“Ekonomi: Verilerle Yaşamak mı, Yaşarken Verilere Bakmak mı?”
- Ali Kamber
- 2 Nis
- 1 dakikada okunur
Türkiye ekonomisi üzerine konuşurken artık iki ayrı gerçeklikten söz ediyoruz: biri tablolar, grafikler ve ekonomik göstergelerle süslenen ‘resmî gerçeklik’; diğeri ise halkın pazarda, markette, kira öderken yaşadığı ‘gündelik gerçeklik’. Bu iki dünyanın birbirine zıt yönde akması, ülke çapında bir ekonomi-bilinç kopukluğu yaratıyor.
TÜİK rakamları, büyümenin sürdüğünü, enflasyonla mücadelenin olumlu sonuçlar verdiğini, işsizliğin azaldığını öne sürüyor. Ancak aynı TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranı ile halkın hissettiği enflasyon arasında uçurum olduğu bir sır değil. Ekonomide ‘algı’ ve ‘yaşantı’ farkı bu kadar derinleşince, toplumun veriye olan güveni azalıyor.
Ekonomik büyüme, pastanın büyümesi demek ama o pasta adil paylaşılmadığında büyümenin bir anlamı kalmıyor. Türkiye’de gelir adaletsizliği giderek artıyor. En zengin %1 ile en yoksul %50 arasındaki uçurum her geçen yıl daha da büyüyor. Asgari ücretle geçinmeye çalışan bir aile için büyüme rakamlarının hiçbir karşılığı yok.
Ekonomi sadece rakam değil; bir toplumun geleceğe olan umudu, evladına bırakacağı mirastır. Bugün bir baba çocuğuna harçlık verirken hesap yapmak zorunda kalıyorsa, o ülkede ekonomi iyi yönetilmiyor demektir. O yüzden ekonomi yönetiminin asıl başarısı; istatistiklerde değil, halkın yüzündeki memnuniyette aranmalıdır.
İşte tam da bu yüzden, ekonomide yeniden ‘hakikat’ zamanıdır. Veriler ile yaşanmışlıklar arasındaki köprü kurulmalı, mutfaktaki yangın görmezden gelinmemelidir.
Ali Kamber
Comments