top of page


FELSEFE MASASI – 3. OTURUM “Toplum mu Hasta, İnsan mı? Akıl Sağlığı ve Uygarlık Çatışması”
Dağın zirvesindeki taş masa bu kez daha sessiz... Bir fısıltı gibi yükseliyor Sokrates’in sorusu: “Bugün, hangimiz hasta? Birey mi, toplum mu? Yoksa ikisi de aynı çürümüş kökten mi besleniyor?” İnsan, kalabalıklar içinde yalnız, bilgiler arasında yönsüz, özgürlük içinde tutsak. Bu masada, yalnızca akıl sağlığı değil, uygarlığın ruhsal krizi tartışılıyor.


Temmuz’un Aynasında İnsan: Yanmak mı, Aydınlanmak mı?
Temmuz… Güneşin en dik vurduğu, gölgelerin en kısa kaldığı aydır. Sıcaklıkla birlikte çıplaklık başlar; bedenin değil, ruhun çıplaklığı. Çünkü bu ay, insanı saklandığı yerden çıkarır. Hiçbir maske sıcağa uzun süre dayanamaz.


Bilgi, Aklın ve Kalbin Divanı – 2025’in Karanlığında
Dünya bir kez daha karanlığa büründü. Gazze’de çocuklar gömülmeden unutuluyor. Ukrayna’da gökyüzü demirle kaplı. Sudan’da bir annenin çığlığı, teknolojinin gürültüsüne yeniliyor. Tüm bunlar olurken divan toplandı.


“Tanrı Neden Susturuyor?” Gazze üzerine bir ağıt ve felsefî çağrı
Masa bu kez farklı kuruldu. Sözler başlamadan önce, bir çocuğun çığlığı duyuldu. Sonra bir annenin feryadı, ardından sirenler… Gazze’den gelen yankılar, masanın ortasına düştü. Kimse konuşmadı.


Deliliğin Eşiğindeki Toplum – Bir Masa Hikâyesi
Masa kalabalıktı. Fakat gürültü yoktu. Sadece düşünceler birbirine çarpıyordu. Sol tarafta Freud, gözlüğünün üzerinden kararlı bakışlarla masadakilere sesleniyordu:


Sanal Yazarlarla Türkiye Günlüğü: Derin Sessizlik, Kırılgan Umut
“Bilmediğini bilmek erdemdir; ama toplumun tamamı her şeyi biliyor sanıyorsa, hakikat yalnız kalır. ”Türkiye bugün büyük bir yanılsamanın içinde yaşıyor. Herkes konuşuyor ama kimse duymuyor.


Varlıkta Fenâ, Kalpte Bekâ: Yoklukta Varlığı Bulmak
Bir an durdum.
Kendimi düşündüm.
Kendim dediğim şeyin,
benim olmadığını fark ettim.


Don Kişot’un Gözünden: Bürokrasinin Rüzgârına Karşı Savaşmak
Ey dostlarım! Ben yel değirmenlerine saldırdım çünkü onları dev sandım. Ama ne devlerdi onlar! Kimi zaman bir devlet dairesinin kapısında, kimi zaman bir memurun masasının arkasında, kimi zaman da bir “dilekçe uygun değil” cümlesinde yeniden karşıma çıkıyorlar.


“Freud ve Togan: Ruhun Doğu’ya Açılmayan Kapısı”
Bazı dostluklar bir ırmak gibi akar, kimi denize varır, kimi çölde kaybolur. Freud ile Togan’ın yolu, tarihin ince kıvrımlarında kısa bir an kesişti.


Sokrates’in Gözünden: Gerçek ile Algı Arasında Sıkışan Toplum
Bugünün toplumuna baktığımda en çok gördüğüm şey, gerçeği unutmuş, algının kölesi olmuş bir kalabalık. İnsanlar neyi biliyor sanıyorlar, neyi hissediyorlar, neye inanıyorlar — ama bunların hangisi gerçekten sorgulanmış?


Ömer Hayyam’ın Gözünden: Zamansızlıkta Var Olmak – Akıp Giden An’ın Hikmeti
Zaman dediğin nedir? Bir kum tanesi mi, bir yıldızın doğumu mu, yoksa bir sevgilinin dudağında donmuş bir tebessüm mü?


Şems’in Gözünden: İnsan Kendine Ne Zaman Döner? – Sessizlikle Gelen Hakikat
Ey yüreği yorgun insan…
Kendine son ne zaman döndün?
Ne zaman sustun ve içindeki sesi gerçekten duydun?


BABA İSHAK: RUHUN İSYANI, HALKIN ÇIĞLIĞI
Tarihin derin vadilerinden gelen bir uğultu vardır; yalnızca susanlar değil, konuşanlar da duyar onu. İşte o uğultunun adıdır Baba İshak. Ne yalnızca bir kişi, ne sadece bir isyan


Freud’un Gözünden: Rüya Gibi Bir Toplum – Bastırılmış Duyguların Günlük Hayattaki İzleri
Bir bireyin ruhunda bastırılan her şey, ya rüyasında belirir ya davranışlarında. Peki ya bir toplumun bastırdıkları nereye çıkar?
Sokağa mı? Medyaya mı? Politikaya mı? Yoksa suskun bir cinnete mi dönüşür?


Sanço Panço’nun Gözünden: İyilik Yapmanın Küçümsendiği Bir Dünyada İyilikle Kalmak
Eskiden bizim köyde biri yere düşse, herkes koşardı. Şimdi büyük şehirde birini yerde görsen, insanlar yolunu değiştiriyor. Yardım etmek şüpheli, iyi niyetli olmak safça sayılıyor.


İbn Fadlan’ın Kaleminden: Ruhun İklimi ve İnsanın Derinliği Üzerine
Halife el-Muktedir Billah’ın emriyle çıktığım uzun seferlerde gördüm ki, iklimler değişse de insan ruhunun sancısı hep aynıdır.


Her Dem Yeniden Doğarız: Zamanı Aşan Bir Sözün Ardından
Bazı sözler vardır ki, yalnızca dile değil, kalbe dokunur. Yunus Emre’nin yüzyıllar öncesinden bugüne yankılanan o kudretli sözü gibi:


“Nuh’un Bağında Şeytanın Gölgesi: Mitolojik Bir Üçleme”
Nuh tufan sonrası gemiden indiğinde, yeryüzü yepyeni bir yalnızlıkla karşılamıştı onu. Toprak sessiz, gökyüzü kırgındı.


Aynâ Olmak: Varlıkta Yansıyan Hakikat
Bir damla suya baktım bu sabah,
güneş vardı içinde.
Kendini göstermeyen ama her şeyde görünen bir ışık gibi…


Anton Çehov'un gözünden: “Bir Tabloya Bakar Gibi: Türkiye İnsanına Dair Sessiz Bir İzlenim”
Rus steplerinde hastalarımı dinlerken, onların kelimelerinden çok suskunluklarını çözmeye çalışırdım. Türkiye’ye dair yazarken de benzer bir sezgiyle ilerliyorum.
bottom of page