top of page

 Anton Çehov'un gözünden: “Bir Tabloya Bakar Gibi: Türkiye İnsanına Dair Sessiz Bir İzlenim”



 

Rus steplerinde hastalarımı dinlerken, onların kelimelerinden çok suskunluklarını çözmeye çalışırdım. Türkiye’ye dair yazarken de benzer bir sezgiyle ilerliyorum. Çünkü bu halk, kelimelerle anlatılamayacak kadar çok şey biriktirmiş içinde.

 

Türkiye insanı… Çoğunlukla gözlerini kaçırarak konuşuyor. Sanki iç dünyasını korumak, kimseyle paylaşmamak gibi bir çabası var. Belki bu bir savunma, belki de bir unutma biçimi. Çünkü geçmişin yükü ağır. Sadece kişisel değil; toplumsal, tarihsel, hatta coğrafi bir yorgunluk var bakışlarda.

 

Ben, insanı anlamak için onu olduğu yerde bırakırım. Türkiye insanını da öylece bırakıp izliyorum. Ne yalnız ne de tam olarak bir arada. Kalabalıklar içinde bir yalnızlık yaşıyor. Sosyolojik olarak bu, geçiş toplumlarının tipik halidir. Ne gelenek tam olarak kalmış, ne de modernite kök salabilmiş. Bir tür “arada kalmışlık” hâkim. Ve bu hâl, ruhlarda sürekli bir huzursuzluk yaratıyor.

 

Psikolojik açıdan baktığımda, sıkça bastırılmış duygularla karşılaşıyorum. Çocukken ağlamaması öğretilmiş bir toplumun bireyleri büyüyünce duygularını tanıyamıyor. Sevmek istiyorlar ama güvende hissetmiyorlar. Kızıyorlar ama öfke utanılacak bir şey gibi saklanıyor. Bu yüzden mizah bir kaçış yolu olmuş; her şeyle dalga geçerek her şeyi katlanılır kılmaya çalışıyorlar.

 

Felsefi olarak, bu topraklarda insanın varoluşu çelişkilerle yoğrulmuş. Hem kadere inanıyorlar hem kendi yollarını çizmeye çalışıyorlar. Hem asi hem teslimiyetçi. Bir yandan tarihe hayranlık, öte yandan sürekli geçmişle hesaplaşma… Belki de insanın en derin çatışması burada: Hem değişmek istiyorlar hem de değişimin getirdiği belirsizlikten korkuyorlar.

 

Ama tüm bu çatışmaların, bastırmaların ve savrulmaların içinde beni en çok etkileyen şey şu oldu: Umut. Küçük, narin, bazen unutulmuş ama tamamen yok olmamış bir umut. Bir çocuk gülümsemesinde, bir yaşlının dualarında, bir kadının sabah kahvesindeki gözlerinde…

 

İşte bu umudun peşinden yürüyerek, insanı anlama çabamdan vazgeçmiyorum.

 

Ve belki de bu ülkenin insanı, kendi trajedisini bir gün bir öykü gibi okuyacak; hem gülecek hem ağlayacak. İşte o zaman, kendiyle barışacak.

 


Comments


bottom of page