top of page

“Bir Dedektifin Zihninden: Türkiye 2025”– Agatha Christie’nin Kaleminden Bir Gözlem 


Burası bana bir romanın ortası gibi geldi. Başlangıç çoktan olmuş, karakterler sahneye çıkmış, bazıları düşmüş, bazıları ayakta kalmış ama herkes bir şekilde bir sır taşıyor. Sanki herkesin cebinde bir anahtar var; yalnızca kendi geçmişine değil, başkalarının da karanlık odalarına açılan.

 

1920’lerin İngiltere’sinde, suçların çoğu sessizlikle işlenirdi. Şimdi buradayım, 2025’in Türkiye’sindeyim, ve görüyorum ki artık suçların şekli değişmiş ama kökeni aynı kalmış: hırs, korku, aidiyet, inkâr, aşk, yalnızlık… İnsan psikolojisi evrensel; yalnızca kullandığı dil ve dekor değişiyor.

 

Metroda karşılaştığım yaşlı bir kadının gözleri, bir zamanlar Miss Marple’ın dost meclisinde anlattığı hikâyelere benzer bir hikâye taşıyordu. Üniversitede ders anlatan genç bir profesör ise bana Poirot’yu anımsattı; her soruya şüpheyle yaklaşan ama gerçeği aramaktan vazgeçmeyen biri.

 

Burada da herkesin bir “katili” var. Bazen umutlarını öldüren ekonomi, bazen inancını çalan yozlaşma, bazense yalnızca kendisi. Cinayet romanlarımda insanlar genellikle ölümden sonra konuşur. Oysa bu topraklarda, suskunluk hayattayken başlıyor.

 

Eğer ben burada yaşamış olsaydım, muhtemelen romanlarımda “faili meçhul” kadar “faili toplumsal” kavramını da işlerdim. Çünkü bazı suçlar bireysel değil; toplumun gölgesinde doğuyor, mahalle baskısında büyüyor, sosyal medyada hüküm giyiyor.

 

Edebiyat her zaman bir tür dedektifliktir. Yazar, ipuçlarını bırakır, okuyucu iz sürer. Belki de burada, bir yazar olmaktan çok, bir dedektif olarak geldim. Herkesin hikâyesinde küçük bir iz, büyük bir boşluk ve en sonunda açıklanması gereken bir gerçek var.

 

Ve ben, hâlâ şunu soruyorum:

Bir insan neden öldürür?

Ama daha önemlisi, bir toplum neden susar?

 


Yorumlar


bottom of page