Freud’un Gözünden: Geçmişten Günümüze İnsan ve Türkiye
- Freud'un Gözünden
- 21 Mar
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 24 Mar
Sistem Krizi: Hukuksuzluk mu, Kişiselleştirilmiş Mağduriyet mi?
Türkiye’de hukuk, tarih boyunca siyasetin en önemli çatışma alanlarından biri oldu. Kanunlar, teoride herkes için eşitken, pratikte kimilerinin üzerine keskin bir kılıç gibi inerken, kimilerine ise kalkan olabiliyor. Bu dengesizlik, yalnızca adaletin işleyişini değil, toplumun kolektif ruh halini de şekillendiriyor. Hukuksuzluk tartışmaları, adaletin bireyler üzerinden okunmasına yol açıyor ve geniş sistem tartışmalarının yerine, tekil olaylar merkeze alınıyor.
Ekrem İmamoğlu üzerinden yürüyen son gelişmeler de bu dinamiğin bir örneği. Ancak burada temel soru şu: Türkiye’de hukukun geldiği noktayı tartışırken, bireysel mağduriyet hikâyelerine mi odaklanmalıyız, yoksa büyük resme mi bakmalıyız? Hukuksuzluk sadece belli figürler için mi sorun oluyor, yoksa sistemin genelinde mi bir çürüme var?
Freud’a göre insan zihni, bireysel trajedileri evrensel yasalar gibi algılamaya meyillidir. Eğer bir lider, adalet sisteminin haksız kararlarına maruz kalıyorsa, toplumun bir kesimi onu hemen bir kahraman ve mazlum olarak tanımlar. Ancak aynı adaletsizlik, daha az görünür figürlere yöneldiğinde, aynı tepkiyi almakta zorlanır. Burada hukukun nesnelliğinden değil, toplumun tepkisindeki öznellikten bahsediyoruz.
Türkiye’de hukuksuzluk, yalnızca bir kişinin veya bir grubun başına geldiğinde mi mesele olur? KHK mağdurları, Gezi davasında ağır cezalara çarptırılanlar, basın özgürlüğü kısıtlamaları veya muhalif isimlere yönelik yargı kararları neden aynı düzeyde gündem olmaz? Eğer hukuk herkes için aynı şekilde uygulanmıyorsa, sorun bir kişinin yaşadığı adaletsizlikten çok daha büyük değil mi?
Toplumsal hafızamızda “mağdur edilen lider” figürü sıkça yer alır. Ancak bu figür, çoğu zaman hukuksuzluğun yapısal boyutunu tartışmayı unutturur. Oysa hukuk, bireyler üzerinden değil, sistem üzerinden analiz edilmelidir. Eğer bir ülkede hukuk düzeni çökmüşse, bu yalnızca belli başlı figürleri değil, herkesin geleceğini etkiler.
İmamoğlu’na yüklenmek ya da onu mazlum göstermek meselenin özünü kaçırmamıza sebep olur. Bugün tartışmamız gereken asıl şey, Türkiye’deki hukukun sadece belli durumlarda değil, her koşulda adaletsiz işleyebilme kapasitesidir. Sistemik bir çürüme varsa, bu sadece siyasi figürleri değil, tüm toplumu ilgilendiren bir sorundur.
Freud’un gözünden bakarsak, bireysel mağduriyet hikâyeleri toplumun duygusal tepkisini yönetmek için kullanılan araçlara dönüşebilir. Asıl tehlike, bu tür hikâyelerin hukukun evrensel çöküşünü gölgeleyip, meseleyi tekil figürlere indirgemesidir. Oysa adalet, kişiler üzerinden değil, ilkeler üzerinden savunulmalıdır.
Comments