top of page

 “Sarı Öküzü Vermeyeydik…”

 

Tarihin tozlu sayfalarında bir çığlık saklıdır. O çığlık, Kerbela’nın susuz toprağında yankılanır. Hz. Hüseyin’in mübarek başı kesildiğinde cami cemaati sustuysa, bilin ki o sessizlik yalnızca korkunun değil, menfaatin de eseridir. Çünkü Yezid, karınları doyuruyordu… Karnı doyan, vicdanını susturdu. Sofrası kurulu olan, zulmü görmezden geldi. Ve işte o zaman başladı suskunluğun en tehlikelisi: aldırmayanların, görmeyenlerin, duymayanların sessizliği.

 

“Sarı Öküz”ü hatırlayın… Hani sürüyü parça parça almak isteyen kurda, önce birini verdiler de, sonunda hepsi gitti ya… İşte o Sarı Öküz, sadece bir hayvan değildi. O, direnişin simgesiydi. O verilince, zalime boyun eğilince, geriye ne sürü kaldı, ne haysiyet.

 

Bugün hâlâ aynı soru önümüzde duruyor: “Sarı Öküzü verdik mi?”

Bir zulme göz yumduğumuzda, haksızlığa susup sadece kendi konforumuzu düşündüğümüzde, biz de o öküzü teslim ediyoruz. Ve sonra sıra bize geldiğinde, kimse kalmıyor ses çıkartacak.

 

Kerbela, sadece bir matem değil; bir uyanıştır. Hz. Hüseyin’in kanı, adaletin bayrağıdır. O baş camiye atıldığında susanların utancı, tarih boyunca taşınacak bir yüktür. Çünkü susanlar, Yezid’in ordusuna yazıldıklarını bile fark etmediler.

 

Hz. Hüseyin’in mübarek başı,

Camiye atıldığında…

Cemaat sustu.

Hiçbir ses yükselmedi.

Çünkü Yezid, karınları doyuruyordu.

 

Vicdanlar susmuştu.

Karın tokluğuna, zalime razı oldular.

 

İşte o gün…

Sarı öküz verilmişti.

 

Zulme bir kere boyun eğersen…

Bir daha hiçbir sözün karşılığı kalmaz.

 

Unutma…

Kerbela sadece bir yas değil,

Direnenin adıydı Hüseyin…

 

Sustukça, Yezid kazandı.

 

Bilmem…

Anlatabildim mi?..

Comments


bottom of page