Bireyin Kendine Yabancılaşması: Gelişimle Gelen Kopuşun Sosyo-Psikolojik Bir Okuması
- Fatma Coşkun
- 25 Tem
- 2 dakikada okunur
Giriş
Yabancılaşma kavramı, bireyin kendisiyle, çevresiyle ya da içinde bulunduğu yapılarla kurduğu bağın zayıflaması, anlamın yitimi ve özne-nesne ilişkisinde yaşanan kopuşu ifade eder (Seeman, 1959). Geleneksel olarak Marx, yabancılaşmayı üretim sürecindeki işçinin emeğine ve kendi özüne yabancılaşması üzerinden tanımlarken; günümüzde bu kavram daha çok bireyin psikolojik, sosyal ve varoluşsal yönleriyle ele alınmaktadır. Bu yazıda, bireyin kendi geçmiş benliğine, yani bir önceki haline yabancılaşması ele alınacak; bu yabancılaşmanın kişisel gelişimle nasıl mümkün olduğu ve gelişmeyen bireylerde neden oluşmadığı psikolojik ve sosyolojik boyutlarıyla tartışılacaktır.
1. Psikolojik Açıdan Gelişim ve Benlik Değişimi
İnsan gelişimi, Erikson'un psikososyal kuramında olduğu gibi, belirli evrelerde bireyin kimliğini yeniden yapılandırdığı bir süreçtir (Erikson, 1968). Bu gelişim sürecinde birey, geçmişteki tutumlarını, değerlerini ve davranışlarını sorgular. Bu sorgulama, geçmiş benliğe dair bir mesafe yaratır. Özellikle yoğun kişisel gelişim, terapi süreçleri, akademik ya da entelektüel birikim yoluyla kendini dönüştüren birey, eski benliğini artık 'başka biri' olarak görmeye başlar. Bu farkındalık, bireyin kendine karşı duyduğu yabancılaşmayı doğurur.
2. Kendini Geliştiremeyen Bireylerde Yabancılaşmanın Yokluğu
Yabancılaşma ancak farkındalıkla mümkündür. Bireyin gelişmemiş benliği, önceki halini sürdürdüğü için ona karşı bir yabancılaşma da deneyimlemez. Piaget'nin bilişsel gelişim kuramına göre birey, yeni yapılar oluşturarak zihinsel olarak büyür (Piaget, 1970). Bu zihinsel genişleme yaşanmadığında, birey sabit bir kimlik ve davranış kalıbında sıkışır. Dolayısıyla kendine yabancılaşma potansiyeli de yok olur çünkü değişim yoktur. Birey, sürekli aynı kimlikte kalır ve geçmiş benliği ile bugün arasında bir kopuş deneyimlemez.
3. Sosyolojik Boyut: Kimlik, Yansıtma ve Toplumsal Roller
Mead'in sembolik etkileşimcilik kuramı, benliğin sosyal etkileşimle kurulduğunu belirtir (Mead, 1934). Kendi gelişimiyle eski çevresinden farklılaşan birey, artık eski çevresi tarafından tanınmaz hale gelir. Gelişmiş benlik, geçmiş benliği ve onun temsil ettiği sosyal çevreyle çatışma yaşamaya başlar. Bu, hem bireyin içsel dünyasında hem de sosyal yaşamında yabancılaşmayı derinleştirir. Kimi zaman bu durum, bireyin eski benliğine ya da çevresine karşı suçluluk, utanç ya da üstünlük hissetmesine de neden olabilir.
Sonuç
Sosyolojik açıdan bakıldığında, kendine yabancılaşma, yalnızca bireyin iç dünyasına ait bir süreç olmaktan çıkar ve geniş bir toplumsal fenomen olarak görülür. Her insan hayatının çeşitli evrelerinde, toplumun dayattığı rol ve beklentilere karşılık verirken, kendi benliğiyle mesafe koyma deneyimi yaşar. Bu mesafe, bireylerin toplumsal değerleri ve normları yeniden sorgulamasıyla ortaya çıkar. Dolayısıyla, kendine yabancılaşma yalnızca psikolojik bir durum değil; aynı zamanda toplumların, kültürlerin ve sosyal yapıların ortak etkisini yansıtan sosyolojik bir olgudur.Bu bağlamda, kişinin kendi içsel dönüşümünün toplumsal yansımaları ve bu dönüşümün herkes tarafından paylaşılan bir deneyim olması, bu olgunun sosyolojik boyutunu güçlendirir. Sosyal etkileşimler, kültürel normlar ve toplumsal beklentiler, kimlik dönüşümlerinde kilit rol oynar ve bireyin içsel süreçleri üzerinde belirleyici bir etki yapar. Böylece, kendine yabancılaşma, bireylerin kişisel gelişim hikâyelerinin ötesine geçerek, sosyal bir ortaklık deneyimine ve kolektif bir dönüşüm sürecine dönüşür.
Kendine yabancılaşma, durağanlığın değil, dönüşümün ürünüdür.




Gelişime açık bireylerin ve gelişmeyi hayatın gerekliliği olan bireylerin bir önceki versiyonuna yabancılaşması bence de doğru. Sayende sosyolojiye ilgim arttı