top of page

YABANCILAŞMA DİZİSİ YABANCILAŞMAYI GÜNCELLEYEREK DÜŞÜNMEK


Yabancılaşma Nedir? Marx’a göre  üretim araçlarına yabancılaşma. Hegel’de öz bilinçten kopuş.

1.Karl Marx Emeğe Yabancılaşma

İşçi, yaptığı işe yabancıdır. İş, onun için bir yaratım ya da kendini gerçekleştirme süreci değil, sadece geçinmek için yapmak zorunda olduğu bir yük haline gelmiştir. İşçinin üretim sürecindeki rolü mekanikleşir, tekdüze hâle gelir ve yaratıcı yönünü köreltir.

2. Ürüne Yabancılaşma

İşçinin ürettiği şey ona ait değildir. Ürettiği ürün, işçinin kontrolünden çıkar, başkalarının (sermayedarların) mülkü olur. Ürün artık işçiye yabancılaşmıştır ve hatta ona karşı bir güç olarak döner.

Örneğin bir marangozun yaptığı masa, onun hayatını güzelleştiren bir nesne değil; onu sömüren sistemin parçası haline gelir.

3. Kendine Yabancılaşma -İnsani Doğasına Yabancılaşma

İnsan emeğiyle dünyayı dönüştürür; bu onun özüdür. Ancak kapitalist sistemde emek bu özle bağını kaybeder. İnsan, kendi insani doğasından uzaklaşır; yani artık “kendine yabancı” bir varlıktır.

4. İnsana Yabancılaşma -Topluma Yabancılaşma

Kapitalizmde insanlar birbirlerine karşı çıkar ilişkileriyle bağlıdır. İşçiler arası dayanışma yerini rekabete bırakır. Patron ve işçi, karşıt sınıfların temsilcileri olarak birbirine yabancılaşır.

Hegel’de Yabancılaşma Nedir?

Hegel’e göre yabancılaşma, tin’in (ya da bilincin) kendisini dış dünyada bir “başka” olarak deneyimlemesidir. Birey kendisini dışsallaştırır (nesnelleştirir), bu da onda bir “kendiyle çelişki” hissi yaratır. Ancak bu çelişki, gelişimin bir parçasıdır.

Yani yabancılaşma = özne ile nesne arasındaki geçici kopuş.

 

 

Anneye Yabancılaşmak: Psikolojik Bir Kırılmadan Sosyolojik Bir Gerçekliğe

Giriş

Yetişkinliğe adım atan birçok birey, çocukluk döneminde kurduğu güçlü anne bağının zamanla çözülmeye başladığını fark eder. Bu çözülme, çoğu zaman fark edilmeden gelişir; yoğun iletişimin yerini sessizlik, içtenliğin yerini mesafe alır. Birey, bir zamanlar en yakın hissettiği kişiye karşı artık yabancılık hissetmeye başlar. Bu yazı, yetişkin bir bireyin annesine yabancılaşma sürecini, önce psikolojik nedenlerle, ardından ise toplumsal yapının dinamikleriyle açıklamayı hedeflemektedir.

Erikson’un psikososyal gelişim kuramına göre, birey ergenlikten itibaren kimlik oluşturma sürecine girer ve bu süreçte aileden duygusal anlamda bir kopuş yaşanması doğaldır. Bu kopuş, bireyin bireyleşme ihtiyacının bir yansımasıdır (Erikson, 1968). Birey, kendi benliğini kurmak adına, ebeveyn figürlerinden özellikle de en yakın bağ kurduğu anneden psikolojik olarak uzaklaşmak zorunda kalır. Bu uzaklaşma, kimlik kazanımının ön koşulu olarak işler. Bowlby’nin bağlanma kuramı bağlamında da bu durum değerlendirilebilir. Çocuklukta geliştirilen güvenli bağ, bireyin psikolojik esnekliğini artırırken, bu bağın erişkinlikte aşırı sürekliliği bireyin özerkliğini kısıtlayabilir. Bu nedenle birey, kendi sınırlarını korumak ve özerkliğini sürdürebilmek adına anneden duygusal bir mesafe koymaya başlar. Ancak bu mesafe kimi zaman gereğinden fazla açılır ve bağın niteliği zayıflar. Bir diğer önemli unsur da “yansıtmalı özdeşleşme” mekanizmasıdır. Birey, annesinin onun üzerinde kurduğu denetimi ve duygusal talepleri fark ettikçe, annesini sadece bir sevgi kaynağı olarak değil, aynı zamanda bir baskı figürü olarak da algılamaya başlar. Bu da yetişkin bireyde suçluluk, sıkışmışlık veya kaçınma duygularına neden olabilir. Sonuçta birey, kendini korumak adına annesini hayatının dış çeperine doğru iter.

Annelik Figürünün Toplumsal Yalnızlaşması

Psikolojik süreçlerin ardında daha derin bir yapı yatmaktadır: toplumsal rollerin dönüşümü. Modern toplumlarda bireycilik ideolojisi ve çekirdek aile yapısının teşvik edilmesi, anne-çocuk ilişkisinin geleneksel biçimlerini kökten dönüştürmüştür. Bireyin, özerk ve üretken bir “yetişkin” olarak varlık göstermesi; bakım ilişkilerinden, özellikle de duygusal anlamda “bağımlı” olunan annelik bağından uzaklaşmasını gerektirir. Nancy Chodorow’un (1978) vurguladığı üzere, annelik bir toplumsal kurumdur ve kadınlar annelikle özdeşleştirildikçe, bireyleşen çocuklar bu kurumsallığa mesafe koymak zorunda kalır. Modern yaşamın hızı, iş yaşamının talepleri, bireysel başarı ideolojisi gibi etkenler, anneye ayrılabilecek duygusal ve fiziksel alanı kısıtlar. Üstelik bu süreç sadece bireyin kararıyla işlemez. Anne de dönüşür. Çocuğun yetişkinliğe geçişiyle birlikte “bakım veren” rolü geçersizleşir. Anne, artık üretim ilişkilerinde doğrudan bir pozisyonda değildir ve toplumun gözünde “işlevsiz” hâle gelir. Arlie Hochschild’ın (2003) belirttiği gibi, duygusal emeğin değersizleştirilmesi, anneliğin görünmezleşmesine yol açar.

Sonuç olarak, yetişkin bireyin annesine yabancılaşması sadece psikolojik değil, aynı zamanda toplumsal olarak kurgulanmış bir zorunluluktur. Toplum, bireyin anneden uzaklaşıp “özgürleşmesini” teşvik ederken, aynı anda annelik emeğini görünmezleştirerek bu bağın zayıflamasını kurumsallaştırır. Anneye yabancılaşma, bireysel bir bozulma değil; modern toplumun ürettiği normlar ve roller tarafından şekillendirilmiş sistematik bir dönüşümdür. Yetişkin birey, psikolojik olarak bireyleşmeye çalışırken, sosyolojik olarak annesinden uzaklaşmaya yönlendirilir. Bu nedenle bu durum, yalnızca aile içi iletişimle çözülebilecek bir mesele olmaktan çok, modernitenin ve bireycilik ideolojisinin yeniden düşünülmesini gerektiren bir yapısal olgudur.

 

 

 

 

1 Comment


Aykut Coskun
Aykut Coskun
4 gün önce

Çok beğendim. Yabancılaşma kavramını bilmiyordum, hem öğrendim hem de güncel halini düşünmeyi de sevdim. İnsanın kendiainden bişeyler hissetmemesi mümkün değil

Like
bottom of page