Sessizliğin İçinden Gelen Sesler: Bir Kardeşin Tanıklığı
- Deniz Demir
- 24 Tem
- 2 dakikada okunur
Geçen hafta abim, annemle birlikte bize geldi. Abim, basit şizofreni tanısıyla uzun yıllardır yaşamını sürdürmeye çalışan bir ruh savaşçısı. Annem, yalnız kalmak istemedi; kardeşini ve onun kızını da yanına almak istediğini söyledi. Ben de gönülden kabul ettim. Teyzem ve kuzeni sağ olsunlar, geldiler, evi toparladılar, temizlik yaptılar, evin içinde bir düzen kuruldu. Aile olmak, bir çatı altında olmak güzeldi; ama görünmeyen fırtınalar da sessizce yaklaşıyordu.
Dördüncü ya da beşinci gün civarında, abim bana yaklaşarak “Ev çok kalabalık,” dedi. Bu kısa cümlede ne kadar çok anlam, ne derin bir hissiyat vardı. Sonrasında yemek yememeye başladı. Havaların aşırı sıcak oluşu da etkili olabilir diye düşündüm ilk başta. Belki mevsim, belki yoğunluk, belki de iç dünyasında yaşadığı fırtına…
Yedinci günün sonunda annem, teyzem ve ben, abimi kendi evlerine bıraktık. Her şey normal gibiydi. Ama pazar günü bir gariplik vardı. Abim evde tepkisizdi; bakışları donuktu, konuşmaları seyrelmişti, sanki başka bir âleme dalmış gibiydi. Bu hâli beni huzursuz etti. Ertesi gün, yani pazartesi, onun rutin kontrolleri için Ruh Sağlığı Merkezine gittik. Kan vermesi ve ilaç reçetesini yenilemesi gerekiyordu.
Randevu saatinde doktorun odasına birlikte girdik. Doktor, sakin bir sesle abime bazı sorular yöneltti: “Son zamanlarda nasılsın?” “Neler yaşadın?” gibi… Sonra kulağına ses gelip gelmediğini sordu. Abim ise çok net bir cevap verdi:“Evet, dün yani pazar günü çok fazlaydı. Ama bugün pazartesi, biraz azaldı.”
O an içimden bir şey koptu. Doktor reçetesini yazdı, kan tahlilini istedi, resmi işlemler bitti. Ama benim kafamın içinde o cümle hâlâ dönüp duruyordu.
Eve döndüğümüzde, abimin doktorla olan kısa diyaloğu zihnime takıldı. Onun kulağına gelen seslerin, bedenine değil ama ruhuna yük bindirdiğini düşündüm. Sanki bu sesler onu bunalıma sürüklüyor, davranışlarını yönlendiriyordu. Sonra kendi kendime dedim ki:“Acaba bu seslere karşı direniyor mu? Onlara itaat etmemek için mi böyle bir mücadele veriyor?”
Bu düşünce beni günlerce meşgul etti. Onun zaman zaman hırçınlaşan hâlleri, belki de o anlarda içindeki seslerin talimatlarına karşı direndiği içindi. Belki de kurtulmak istiyordu, sadece sesin susmasını istiyordu. Yani, hırçınlığının nedeni saldırganlık değil, çaresizliğe karşı direnişti.
Hâlâ düşünüyorum. Hâlâ içimde bu düşüncelerle bir savaş veriyorum.
Onun yaşadığını tam olarak bilemiyorum; ama bir kardeş olarak sezebiliyorum. Kulağına fısıldayan görünmeyen yankılarla mücadele eden bir ruhun çırpınışlarına tanığım. Sessizlikle karışık bir fırtınanın, sessizliğin içinden gelen seslerle nasıl kükrediğini gördüm.
Ve içimden hep şu geçiyor:“Keşke biri o seslere 'sus' diyebilse…”




Yorumlar