Ömer Hayyam’ın Gözünden: Zamanın Kum Saati – Varoluş, Din ve Bilim Arasında İnsan
- Düşler Sahnesi
- 22 Mar
- 2 dakikada okunur
Ben gökyüzünü gözlemledim, yıldızları hesapladım, şarapla kâinatı tarttım; kimi zaman bir dizede kainatı çözdüm, kimi zaman bir bakışta insanı… Ama ne zaman “hakikat nedir?” diye sorsam, cevap her zaman başka bir çatlaktan sızdı.
Bugün insanın içinde bulunduğu çelişki, geçmişten farksız. Sadece aletleri gelişti, kaygıları biçim değiştirdi. Bir zamanlar yıldızlar Tanrı’nın mühürleri sayılırken, şimdi teleskoplar göğü deliyor. Ama insan hâlâ aynı soruyu soruyor: “Ben kimim, nereye gidiyorum?”
Din, bilime sırt çevirince dogma doğdu. Bilim, dine sırt çevirince kibir büyüdü. Oysa ben derim ki: Gerçek bilgi, sadece deneyde değil; insanın içinde de aranmalıdır. Çünkü ne formüller ruhu açıklar, ne de dualar yerçekimini kaldırır.
Bir sabah laboratuvarda başlar, akşam camide biter. Biri kalbi arar, öteki beyni. Oysa insan dediğin, hem kalptir hem zihin. Ama işte bu çağda kalbi olanlar akılsız, aklı olanlar kalpsiz sayılıyor.
Zamanın kum saati durmaz. Ve o kumlar, şimdi parmaklarınızdan daha hızlı akıyor. Herkes bir yerlere yetişmeye çalışıyor ama kimse nereye gittiğini bilmiyor. Lüks arabalarla yalnızlığa, üniversite diplomalarıyla mutsuzluğa, sosyal medyayla görünmezliğe sürükleniyor.
Ben size ne bir cennet vaat edebilirim, ne de cehennemle korkuturum. Ama bilirim ki; kendini bilmeyen, ne Tanrı’yı anlayabilir ne atomu. Ne iman bir formüldür ne bilim bir dua. Her ikisi de insanın anlam arayışının farklı dilleridir.
Ben ki, sema ile sarhoş, matematikle berraktım. Bilirim, her ikisi de doğrudur. Ama yalnızca biriyle yaşanmaz hayat. Ne sadece akıl ne sadece kalp… Her birinin eksikliği, insanı yarım bırakır.
Bugün sizlerin dünyasında insanlar birbirine ya mümin ya kafir ya bilimsel ya da “gerici” diyor. Oysa ben diyebilirim ki: “Bir yudum hakikat, bin tartışmadan yeğdir.”
Kendini tanımayan bir toplum, ne dindardır ne bilimsel; sadece yolunu kaybetmiş bir sürüdür.
Ve unutmayın: “Kainat, sadece gökte değil, gözünüzde başlar.”
Ama işte, insan bu ikisinin savaş alanına dönmüş durumda. Bir yanda yalnızca imanla yol almaya çalışan, sorgulamayı küfür bilen bir kitle. Öte yanda yalnızca akla sarılıp ruhu hiçe sayan, duyguyu zayıflık zanneden bir başka zümre. Oysa ben her zaman şunu savundum: Ne tamamen akıl ne de sadece inanç, insanı kurtarabilir. Kurtuluş; sorgulayan bir yürek ve hisseden bir zihinle mümkündür.
Zamanın kum saati akıp giderken, insan hâlâ geçmişin gölgesinde yaşamaya çalışıyor. İnançlarıyla bilimi yarıştırıyor, duygularıyla gerçekliği bastırıyor. Ama unuttuğu bir şey var: Kum saati ne geriye akar ne de durur. Her bir tanesi, ömrümüzden düşen birer andır.
Ey insan! Evrenin sırlarını çözmek için teleskoplar kuruyorsun ama kalbinin derinliğine bir kez olsun dürbünle baktın mı? Atomun parçacığını tanıyorsun ama içindeki öfkenin, sevdanın, korkunun kimyasını anladın mı? Uzaya çıkıyorsun ama karşındaki insanın gözlerinin içine çıkmayı denedin mi?
Ben şarap kadehinde kâinatı seyrettim, bazen bir dudağın kenarında evreni çözdüm. Çünkü hakikat, bazen bir gülümsemenin arkasında saklıdır; bazen de bir matematik formülünün kıyısında. Senin hakikatin nerede bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa: Hiçbir hakikat, sorgulamadan ortaya çıkmaz.
Din ile bilimin, doğu ile batının, geçmiş ile geleceğin arasındaki köprü sensin. O köprü yıkılırsa, geriye sadece kavga kalır. Ama o köprüden geçersen, işte o zaman evrenin sırları da senin içindeki boşluk da aydınlanır.
Şimdi sana sadece bir tavsiye bırakıyorum:
Bir gün, tüm sorularını unuttuğunda değil; onları yeniden sormaya cesaret ettiğinde, hakikate daha yakın olacaksın.




Yorumlar